Tahran’daki halk protestolarında kalabalık Şah karşıtı sloganlar atıyor. 19 Aralık 1978. (AP/Michel Lipchitz)
YAZDIR

İran

Orta Doğu bağlamında Otoriteryenizm ve Mukavemet Biçimleri: İran’daki Zorla Kaybedilenlerin Karmaşık resmi

İran’daki rejimin gerçekleştirdiği ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili farklı uluslararası insan hakları organları, uluslararası sivil toplum kuruluşları ve girişimleri tarafından üretilmiş çok geniş bir literatür bulunuyor. Kadiri mutlak bir devlet aygıtı tarafından esir alınmış, çok zayıf bir demokratik alana sahip bir toplumu anlatan çeşitli raporlara kolayca ulaşmak mümkün. Bu literatürün ortaya çıkmasında ve kaynakların çokluğunda, insan haklarının tümünü aşındırmaya devam eden endişe verici ve ciddi durum, rol oynadı. Diğer yandan, İran’ın uluslararası konumu ile Birleşik Devletler ve Batılı dünyanın diğer önemli aktörleriyle olan husumeti, bu literatürün yoğunlaşıp çeşitlenmesini kolaylaştırdı. Dahası, İran’da devlet ve toplumun ilişkisi, zorla kaybetmeler bağlamında da ortaya çıktığı üzere, devlet-toplum ikiliği perspektifinden görülenden çok daha karmaşıktır. Yine de, bir şey kesindir: İran’da temel insan hakları normlarına ve hukukun üstünlüğüne süregelen uymama durumu, İran İslam Cumhuriyeti’ne dair karanlık bir resim çiziyor. Zorla kaybetme suçu, İran bağlamındaki insan hakları ihlallerini tipik şekilde temsil etmese de bu acı verici ve karmaşık resmi mercek altına almak için faydalı bir başlangıç noktası olabilir.

Arka Plan

İran İslam Cumhuriyeti, Ocak 1978’te Şah rejimine karşı yapılan kitlesel gösterilerle başlayan 1979 Devrimi sonrası resmi olarak kuruldu. Gösteriler, grevler ve sokak protestoları şeklinde gerçekleşen büyük bir siyasi hareketlenmenin hâkim olduğu bir yılın ardından, Şah Muhammed Rıza Pehlevi ülkeden kaçtı ve İslami Cumhuriyet Partisi’nin sürgündeki lideri Ayetullah Humeyni, yeni hükümeti kurmak üzere Şubat 1979’ta Tahran’a döndü. İran, birbirini izleyen iki referandum sonrası, resmi olarak 1979’ta İslam Cumhuriyeti hâline geldi ve teokratik bir anayasayı kabul etti. Yeni rejime karşı çeşitli başkaldırılar gerçekleşirken, komünistler ve milliyetçiler gibi İslami hareketle başlarda müttefik olan farklı hareketler, yeni statükonun kuruluşunu eleştirdi. Öte yandan, Humeyni rejimi kitlelerin olağanüstü desteğini kazanıp bunu sürdürmekle kalmadı, rakiplerini başarıyla bastırdı ve yeni kurulan nomenklaturaya İran elitlerinin farklı kesimlerini dahil etmeyi başardı. 1980’den 1988’e kadar süren Irak Savaşı’nın başlamasıyla, farklı silahlı hareketler ve siyasi muhalif gruplara yönelik farklı baskı biçimleri militarist bağlamda daha kolaylıkla hayata geçirildi. 1988’in sonu itibarıyla İran 150.000 askerini savaşta kaybetmiş, yaklaşık 40.000’i ise görev sırasında kayıp olarak kayıtlara geçmişti. Savaşın yarattığı olağanüstü felaket ülkeye hâkim olmuştu.

1979 İran devrimi sırasında sokaktaki kalabalık Ayetullah Humeyni’nin posterlerini taşıyor. (Keystone/Getty Images)
1979 İran devrimi sırasında sokaktaki kalabalık Ayetullah Humeyni’nin posterlerini taşıyor. (Keystone/Getty Images)

Yeni rejim, bu savaş ve ihtilaf içinde süregelen sert atmosfere oldukça başarılı şekilde cevap verdi. Pehlevi döneminden tamamıyla koptuğuna dair yaptığı ideolojik ve söylemsel vurguya rağmen, eski rejimin toplumsal refah ve sosyal güvenlik çerçevelerini yürürlükten kaldırmadı. “Onun yerine, bunların yanında paralel bir sosyal refah sistemi şekillenmeye başladı. Bu paralel sistem, İran’ın yoksulları ve Irak’la süren sekiz yıllık savaşın gazilerinin gerçek ve acil ihtiyaçlarına karşılık veriyordu, öte yandan devrimci yeni rejim için de dikkate değer bir meşruiyet ve siyasi sermaye sağlıyordu.” 1 Bu yeni sistem, görece sabit ve kapsamlı bir halk desteğini sürdürebilmenin yanı sıra, Irak toplumunun seçkin tabakasını da dahil etmeyi başarabiliyordu. Bununla beraber, rejim farklı baskı ve şiddet yöntemlerinden sistematik olarak ve seçici şekilde faydalanıyordu. Diğer bir deyişle, İslami hükümetin temel dayanaklarından biri yalnızca rıza olmakla kalmıyor, baskı da kullanılıyordu. Mevcut rejimle ilgili çeşitli hayal kırıklıkları oluşmuştu; başta etnik ve dini azınlıklar huzursuzdu. Çok etnisiteli ve dinli bir ülke olarak İran, birçok azınlık topluluğuna ev sahipliği yapıyordu. Etnik azınlıklar ve öncelikle Kamala gibi Kürt azınlığın siyasi hareketleri olmak üzere, İslam Devrimi’nin hemen sonrasında, Ayetullah Humeyni hükümetine karşı mücadele verdi. Gündelik hayat gerekliliklerine olan erişimleriyle kültürel ve insan haklarını kullanmalarının önünde engel yaratan bir ayrımcılıkla başa çıkan dezavantajlı etnik azınlıklarından biri olarak Kürtler, kendi bölgelerinde, yani Kürdistan, Kirmanşah ve Batı Azerbaycan’ın bazı kesimlerinde yoksulluk ve ötekileştirmeyle baş etmeye devam etti.

1988 İran cezaevi katliamlarında hayatını kaybedenlerin Gurve’deki mezarları 2016’da yok edildikten sonraki görüntü. (Radio Farda)
1988 İran cezaevi katliamlarında hayatını kaybedenlerin Gurve’deki mezarları 2016’da yok edildikten sonraki görüntü. (Radio Farda)
3 Eylül 2016’da, 1988 katliamında hayatını kaybedenlerin adalet arayışı için harekete geçmek için organize edilen özel konferans sırasında çekildi. (Siavosh Hosseini/NurPhoto/Getty Images)
3 Eylül 2016’da, 1988 katliamında hayatını kaybedenlerin adalet arayışı için harekete geçmek için organize edilen özel konferans sırasında çekildi. (Siavosh Hosseini/NurPhoto/Getty Images)
Kharavan Toplu Mezarlığı Ocak 2009’da buldozerle yıkılıp tüm mezar taşları ve ağaçlar yok edilmeden önce çekilmiş bir mezarlık fotoğrafı. (Ja’far Behkish)
Kharavan Toplu Mezarlığı Ocak 2009’da buldozerle yıkılıp tüm mezar taşları ve ağaçlar yok edilmeden önce çekilmiş bir mezarlık fotoğrafı. (Ja’far Behkish)

Siyasi açıdan, İran’ın Kürt azınlığı siyasi hayatın merkezileşmesini ve azınlıkların öz yönetimini sağlamak amacıyla düzenlemelerin olmamasını eleştiriyordu. Kürt siyasi muhalefetinin, “Kürt bölgesi, topluluğu ve kimliğinin parçalanması ile Kürt topluluğunun modern zamanlardaki tarihsel özelliklerine dayanan” 2 özerklik yanlısı siyasi parti programları vardı. Güneydoğu İran’ın Pakistan sınırına bakan kısmında yaşayan Beluç halkı, insan hakları ihlallerine uğrayan bir diğer halktı. Buna ek olarak, dini azınlıklar da ciddi insan hakları ihlallerine ve devlet şiddetine maruz kalıyordu. Özellikle, İran Anayasası’nda tanınmayan bir dini azınlık olan Bahailik hareketi ağır şiddete maruz kaldı ve dinlerini yaşamakta zorlandı. 3 Humeyni hükümetinin iktidarı sırasında, yalnızca etnik ve dini azınlıkların siyasi hareketleri değil, aynı zamanda çeşitli siyasi muhalefet hareketleri de etkindi. Bu hareketlerin çalışmaları ve eylemlerine hükümetin verdiği cevaplardan biri, zorla kaybetmelerin hayata geçirilmesiydi.

Suç Örüntüleri

Birleşmiş Milletler Zorla ya da İrade Dışı Kaybetmeler Hakkında Çalışma Grubu’nun(WGEID) verilerine göre, İran İslam Cumhuriyeti’nde 1980 ila 2015 yılları arasında 541 kişi zorla kaybedildi. 4 Tecrit uygulaması, keyfi kaçırmalar, yargısız infazlar ve işkence rejim karşıtlarına yönelik uygulanan yaygın pratiklerdendir. Öte yandan, zorla kaybetmeler İran’da ne sembolik olma özelliği olan ne de sıklıkla işlenen bir devlet suçudur. Yine de, kaybetmelerin ardından yaşananlar, failleri koruyan cezasızlık zırhı, kayıp yakınlarının yas süreçlerinde yapılan aşağılamalar ve toplu mezarların sistematik olarak bozulması ve tahrip edilmesi İran’daki devlet aygıtının içyüzüne ilişkin önemli bilgiler veriyor.

İran’da yaşanan zorla kaybetmelerin farklı dönemleri ve biçimleri bulunuyor. Kayıpların çoğu 1988 yılında işlenen hukuk dışı kitlesel infazlar sonucunda yaşandı. İslami rejimin yıkılmasını savunan, Irak merkezli bir siyasi örgüt olan zamanın İran Halkın Mücahitleri Örgütü’nün Temmuz 1988’de gerçekleştirdiği başarısız silahlı ayaklanma sonrası, birçok kişi aynı yılın Temmuz sonu ila Eylül başında yasadışı eylem ve bağlantıları olduğu iddiasıyla hapsedildi. Halihazırda cezaevinde olan tutuklular da zorla kaybetmelerin hedefi hâline geldi. “Ülkenin dört bir yanındaki tutuklular tecrit altına alındı ve aylarca kendilerinden haber alınamadı. Yakınları arasında tutukluların gruplar hâlinde infaz edildiği ve yeri belirsiz toplu mezarlara gömüldüğü söylentileri dolaşmaya başladı. Perişan hâldeki aile üyeleri yeni kazılmış çukurların izinin peşinde mezarlıkları dolaştı. Bu insanların çoğu bugün de hâlâ kayıp durumdadır.” 5

WGEID’deki veriler de bu bilgiyi doğrulamaktadır; 1988 yılında 116, 1989 yılında ise 136 kişi zorla kaybedildi. 6 Bu kişilerin çoğu, ülkenin dört bir yanında kurulmuş olan ölüm komiteleri tarafından infaz edildi; zira tutsaklar, aralarında Ahvaz, Meşhed, Tebriz, Reşt, Gurve ve Senendeç’in olduğu farklı il ve ilçelerdeki çeşitli cezaevlerinde tutuluyordu. Bu doğrultuda, birçok tutuklu ve mahkûm İran İslam Cumhuriyeti’ne ihanet ettikleri iddiasıyla infaz edildi. Bu kişiler, çoğunlukla siyasi gösterilere katılma, gazete ya da bildiri dağıtma ve çeşitli siyasi örgütlerle bağlantılı olma gibi çeşitli haklarını kullandıkları gerekçesiyle, genellikle de mahkûm edilmiş veya uzun süreli hapis cezası almış kişilerden oluşuyordu. “Bazıları birkaç yıl önce bırakılmış ve bu infaz öncesindeki haftalarda tekrar tutuklanmıştı. Diğerleri ise, halihazırda mahpusluk sürelerini bitirmiş, fakat ‘pişmanlık’ açıklaması yapmayı reddettikleri için serbest bırakılmamıştı.” 7

Yeni kaybetme dalgaları farklı zamanlarda gerçekleşse de kaybetmelerle ilgili en önemli olay 1988 yılındaki cezaevi katliamıdır. Bu felaket sırasında kaç kişinin hayatını kaybettiği hâlâ bilinmiyor. en mütevazı tahmin 4000 ila 5000 arasında. 1990’lar sırasında, özellikle 1990’ların sonunda (1998 ila 2000 arasında) siyaset sahnesinde devlet aygıtının muhafazakâr ile ılımlı kanatları arasında muazzam bir rekabet yaşanırken, birçok önde gelen muhalif de ortadan kayboldu. Yasadışı tutukevleri her zaman kullanılıyordu ve kitlesel siyasal hareketlenmeler ve sokak eylemlerinin arttığı dönemlerde daha da etkin hâle geldi. Ayrıca, 2000’ler boyunca kaybetme, aralarında Kürt muhalif gruplar ve Bahai cemaatinin de olduğu farklı gruplara karşı kullanıldı, fakat 1988 yılında gerçekleştirilen siyasi tutuklu katliamının olağanüstü ölçeği, yeni vakalarla karşılaştırılamayacak düzeydedir. İran’da kaybetmelerin uzak bir geçmişte yaşanan bir suç değil, kayıp yakınlarının deneyimlerinde de trajik şekilde görüldüğü üzere, hayli güncel bir fenomen olduğuna işaret etmek önem taşıyor.

Hukuki Durum

İran oldukça olağandışı bir siyasi ve hukuk sistemine sahiptir. Halk oyuyla seçilmeyen ve yaşamı boyunca hemen hemen dokunulmaz denilebilecek siyasi bir konuma sahip olan Yüce Lider, ülke içindeki siyasi hareketleri ve iç muhalefeti bastırma yetkisine sahip bir güvenlik aygıtının kontrolüne sahiptir. “Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmak isteyen vatandaşların siyasi sicillerinin, üyeleri halka hesap vermeyen bir kurum (Anayasa Koruma Konseyi) tarafından onaylanması gerekir. Aynı kurum, parlamentonun onayladığı herhangi bir kanunu ya da cumhurbaşkanlığı kanun tasarısını, anayasayı ya da İslam’ı ihlal ettiği gerekçesiyle hükümsüz kılabilir.” 8 İran’daki otoritarizmin kökeni ve örüntüleri üzerine çalışan önemli bir akademisyen olan Güneş Murat Tezcür de genel seçimlerin öneminin ve seçimlerin muhalif hareketler için yarattığı fırsatların altını çiziyor. Tezcür, İran’daki otoritarizmi devlet-toplum ikiliği üzerinden anlamak yerine, İran bağlamında devlet ve toplumun karşılıklı bağlılığına odaklanan alternatif bir açıklama sunuyor. Bu doğrultuda, devlet aktörleri arasındaki çatışma, seçimlerin siyasete toplumsal katılımı genişletebilme kapasitesi ve reform yanlılarının da devlet aygıtının iyice içine yerleşmiş olması resmi daha karmaşık hâle getiriyor. 9 Her koşulda, İran’da devlet-toplum ikiliği üzerinden temellenen basit açıklamaların ve kadiri mutlak totaliter bir devlet aygıtı anlatısının ötesine geçen güçlü bir siyasi ve toplumsal hareketlenme olduğu kesindir.

Zorla kaybetmeler ve yasadışı infazların failleri için çok güçlü bir cezasızlık zırhı bulunmaktadır.

1979 yılında oluşturulan ve 1989 yılında değiştirilen İran Anayasası, tüm vatandaşların hukuk önünde eşitliğini teminat altına alır ve vatandaşlık, siyasi, ekonomik ve sosyal haklarını tanır. Bu haklar, İslami prensipler doğrultusunda tanınmıştır. Zerdüştler, Yahudiler ve Hıristiyanlar anayasada dini azınlık olarak tanınır ve kendi dini törenleri ve seremonilerini gerçekleştirme özgürlüğüne sahiptir. Ayrıca, anayasaya göre, vatandaşlar İran İslam Cumhuriyeti Parlamentosu’na, yani Meclis’e başvuru yapma hakkına sahiptir. İran’ın bir arada var olan iki hukuk sistemi vardır; bunlar Müslüman hukukçuların (müçtehitler) hukuku ile yazılı pozitif hukuktur. Yargı teşkilatı birinci derece genel, askeri ve devrim mahkemeleri ile istinaf mahkemelerinden oluşmaktadır. En yetkili mahkeme ise, kanunların anayasaya uygunluğunu ya da insan hakları ihlalleriyle ilgili başvuruları değerlendirme yetkisi olmayan Yüksek Mahkeme’dir, zira bu yetkiler sırasıyla Anayasa Koruma Konseyi ve Meclis’in elindedir. Ayrıca, hükümet yetkilileri, organları ve tüzükleriyle ilgili suçlama, şikâyet ve itirazları soruşturma yetkisi olan İdari Adalet Divanı da mevcuttur. 10

Bu karmaşık resim içinde bazı şeyler yine de çok doğrudandır. Zorla kaybetmeler ve yasadışı infazların failleri için çok güçlü bir cezasızlık zırhı bulunmaktadır. 1988 katliamı bağlamında gerçekleştirilen yasadışı infaz ya da kaybetmeler için hiçbir İranlı yetkilinin soruşturulmadığı ya da yargılanmadığını söylemek yeterli olacaktır. Uluslararası Af Örgütü ve İran İçin Adalet’in kaleme aldığı ve özellikle 1988 katliamında kaybedilen ve infaz edilenlere odaklanan rapora göre, fail olduğu iddia edilen kişilerden bazıları siyasi görevlerde ya da aralarında yargının ve Adalet Bakanlığı’nın da olduğu diğer başka etkili konumlarda görev almaya devam ediyor.11 Ağustos 2016’da çok önemli bir kayıt kamuoyuyla paylaşıldı; bu “1988 yılında yapılmış bir toplantının kaydıydı. Kayıtta üst düzey yetkililerin kitlesel infazlar gerçekleştirme planlarının ayrıntılarını tartıştığı ve bunu savunduğu duyuluyor. Bu ses kaydının kamuoyuyla paylaşılması, üst düzey yetkililerin daha önce görülmemiş tepkiler vermesine önayak oldu ve 1988’deki kitlesel ölümlerin yapının en üst kademelerinde planlandığını ilk defa kabul etmelerine yol açtı.” 12 Öte yandan, İran’daki cezasızlık zırhı bozulmadan devam etti.

İran İslam Cumhuriyeti temsilcileri WGEID’le düzenli toplantılar gerçekleştirdi ve toplamda 12 kayıp kişinin dosyalarıyla ilgili bilgi sağladı. Çoğunlukla hükümetin karşılaştığı, isim benzerliği, kayıp kişinin tespiti için yeterli kişisel bilginin olmaması ve ailelerin doğrudan başvurusunun olmaması gibi zorlukların altını çizdiler. Hükümet yetkilileri, WGEID’e bu zorlukların üstesinden gelmek amacıyla “[…] hükümetin kayıp kişilerin ailelerini İran adalet sistemiyle ya da yeni kurulmuş olan Zorla Kaybetmeler Çalışma Grubu’yla doğrudan iletişime geçmeleri ve gerçeklere dayalı ve ayrıntılı bilgi vermeleri konusunda teşvik ettiğini” 13 söyledi.

Hafızalaştırma Çalışmaları

İran İçin Adalet’in yaptığı tahminlere göre, İran genelinde 120’den fazla yerde 1988’de gerçekleşen kayıp ve ölüm olaylarının mağdurlarının kalıntıları bulunuyor. “Çoğu mezar yeri ıssız arazilerde ya da mezarlıkların yakınlarında yer alıyor; 1980’ler boyunca siyasi sebeplerle infaz edilmiş tutukluların cenazelerini, kendi aralarında ‘lanetli yer’ (la’nat abad) olarak adlandırdıkları böyle arazilere gömmek, adli mercilerin ve güvenlik görevlilerinin yerleşik bir uygulamasıydı.” 14 Yedi onaylanmış ya da şüphelenilen toplu mezar yeri üzerinde Uluslararası Af Örgütü ve İran İçin Adalet tarafından yürütülen inceleme, 2003 ila 2017 arasında İranlı mercilerin bu yerleri bozmak ya da hasar vermek amacıyla çeşitli eylemler gerçekleştirdiğini ortaya koydu. Bu eylemler arasında: “Buldozerle üstünden geçmek, toplu mezarları yeni, tek kişilik gömü yerlerinin altına saklamak, toplu mezarların üzerine beton plak koymak, bina inşa etmek ya da yol yapmak; ve toplu mezarları çöp toplama alanına çevirmek” yer alıyor. En az üç vakada, yetkili mercilerin toplu mezarlara daha fazla zarar verecek eylemler planladığı görülüyor.” 15

Bu sistematik bozma ve yıkım, devletin her türlü hafızalaştırma çabası karşısındaki tutumunun sınırlarını gösteriyor. İran’daki mezarlıkları belediyeler yönetse de bu toplu mezarlarda güvenlik veya istihbarat görevlileri devriye geziyor ve buralar sıkı gözetim altında tutuluyor. Birçok vakada, kayıp yakınları sevdiklerinin gömüldüğü yerle ilgili sözel ve resmi olmayan yollarla bilgilendirildiklerinde, toplu mezarları anma amaçlı mesajlarla donatmaya ve anma toplantıları gerçekleştirmeye çalıştı. Bunun akabinde, gömü alanı bir kez daha yıkıma uğratıldı ve kayıp yakınları taciz edilip, sindirilmeye çalışıldı ve hatta kötü muamele gördü. “Uluslararası Af Örgütü ve İran İçin Adalet, [İran yetkili mercilerin] devamlı olarak aileler tarafından yerleştirilen anma amaçlı tabela ve taşları tahrip ettiğini, korku uyandırmak amacıyla alana güvenlik kameraları yerleştirdiğini ve bazen de su baskını yaratmak amacıyla toplu mezarlara su verdiğini gözlemlemektedir.” 16 Adalet arayan girişimlere yönelik baskı, 1988 yılındaki kayıp ve ölümlerin araştırılması taleplerinin tekrar ortaya çıkmasına neden olan söz konusu ses kaydının yayınlanması sonrası arttı.

Bu zor koşullara rağmen—dünyanın her yerinde olduğu gibi çoğunlukla kadınlardan oluşan— kayıp yakınları ve insan hakları aktivistleri bir araya gelmeye ve adalet, hesap verebilirlik ve tanınma için mücadele etmeye çalıştı. İran’daki İnsan Hakları Aktivistleri (HRAI) 2006 yılında küçük bir aktivist grubu tarafından insan hakları ihlalleriyle mücadele etmek ve özellikle siyasi tutukluları savunmaya odaklanmak amacıyla kuruldu. 2009 sonrası, örgüt büyümekteyken bir yandan da hükümetin dikkatini çekti ve hükümet buna karşılık olarak örgütün kurucu ve örgütleyicilerini gözaltına almaya başladı. Bunun üzerine, HRAI kendisini kâr amacı gütmeyen bir hayır kuruluşu olarak 2010 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde kaydettirdi ve o zamandan bu yana çalışmalarına devam ediyor. 17 2010 yılında kurulan Londra merkezli bir insan hakları kuruluşu olan İran İçin Adalet de İran İslam Cumhuriyeti’ndeki insan hakları ihlallerini belgelemek için mücadele ediyor. Örgüt İran’daki cezasızlık uygulamalarıyla ilgileniyor ve resmi web sitesinde çeşitli faillerin kimliklerini ortaya çıkarıyor; ayrıca çeşitli insan hakları ihlalleriyle ilgili tematik raporlar yayımlıyor. 18

Bireysel Hikâye

MARYAM AKBARI MONFARED

Roghieh ve Abdolreza Akbari-Monfared, 1988 yazında kaybedilip infaz edilen yaklaşık 5000 siyasi tutuklu arasındaydı. “Bu siyasi tutukluların birçoğu uzun süre hapis yatmış ve salıverilmeyi bekliyordu. Abdolreza gibi bazıları cezalarını tamamlanmış, fakat hiçbir zaman salıverilmemişlerdi. Şubat 2017’de, kaybolmalarından 29 yıl sonra kardeşleri Maryam Akbari-Monfared, BM’den sevdiklerinin akıbetini öğrenmesine yardımcı olmasını istedi. İran hükümeti, aileye çocuklarının infaz edildiğini sözel olarak bildirmişti, fakat hiçbir zaman gömüldükleri yeri açıklamamıştı. Bu da WGEID’nin iki mağduru zorla kaybedilen kişiler olarak tanımasının yolunu açtı.” 19

Maryam Akbari-Monfared, İran’daki 1988 katliamında erkek kardeşlerinden üçünü, kız kardeşlerinden birini kaybetmişti. Monfared’in kendisi de 31 Aralık 2009’da gözaltına alınmış ve beş ay boyunca zorla kaybedilmişti. Tutukluluğunun ilk 43 gününde hücre hapsinde tutulmuş ve avukata erişimi olmadan sorgulanmıştı. Devrim Mahkemesi 15. Şube’deki davasından sonra 15 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

“Maryam Akbari-Monfared, tutukluyken dahi cezaevinden mücadele vermeyi sürdürüyor ve kadınların cezaevi koşullarıyla ilgili açık mektuplar yayımlayarak sesini duyuruyor. Ayrıca cezaevindeyken, 1988’de yargısız infaz kurbanı olan kardeşleri ve diğer mağdurlar için hakikat ve adalet talebiyle resmi bir şikâyette bulundu. Bunun sonucunda hapis cezasının uzatılmasıyla tehdit edildi ve sağlık hizmetlerinden faydalanmasına izin verilmedi.” 20 Maryam Akbari Monfared, şu an dokuzuncu yılında olduğu tutukluluğu boyunca aralarında Şehr-i Rey, Gohardaş ve Evin’in olduğu çeşitli cezaevlerinde kaldı. BM kuruluşlarına erkek ve kız kardeşlerinin infazıyla ilgili olarak başvurularda bulunmaya devam ediyor; İran’daki yabancı büyükelçilere kadın tutukluların durumuyla ilgili mektuplar gönderiyor ve çocuklarına cezaevindeki yaşamla ilgili yazıyor.

Kaynakça

Allen, Paul D. “The Baha’is of Iran: A Proposal for Enforcement of International Human Rights Standards.” Cornell International Law Journal 20, sayı 2 (1987): 338 – 361.

BM İnsan Hakları Komisyonu. Report of the Working Group on Enforced or Involuntary Disappearances, 10 Ağustos 2015, A/HRC/30/38.

Cohen, Jared. “Iran’s Young Opposition: Youth in Post-Revolutionary Iran.” SAIS Review of International Affairs 26, sayı 2 (2006): 3 – 16.

Eivazi, Nafiseh. “A Closer Look at the Judicial System of Iran with Emphasis on the Criminal Courts and Howness of their Practice.” International Journal Series in Multidisciplinary Research (IJSMR) 3 (2017): 51 – 60.

Fathollah-Nejad, Ali. “Why sanctions against Iran are counterproductive: Conflict resolution and state–society relations.” International Journal 69, sayı 1 (2014): 48 – 65.

Heydemann, Steven ve Reinoud Leenders. “Authoritarian Governance in Syria and Iran. Challenged, Reconfiguring, and Resilient.” Middle East Authoritarianisms. Governance, Contestation, and Regime Resilience in Syria and Iran içinde, der. Steven Heydemann ve Reinoud Leenders, 1 – 35. Stanford, Kaliforniya: Stanford University Press, 2018.

Tezcür, Güneş Murat. “Democratic Struggles and Authoritarian Responses in İran in Comparative Perspective.” Middle East Authoritarianisms. Governance, Contestation, and Regime Resilience in Syria and Iran içinde, der. Steven Heydemann ve Reinoud Leenders, 200 – 221. Stanford, Kaliforniya: Stanford University Press, 2018.

Uluslararası Af Örgütü. “Challenging power: Meet women human rights defenders.” Wire, Nisan-Haziran 2018.

Uluslararası Af Örgütü ve İran İçin Adalet. Criminal Cover-Up. Iran Destroying Mass Graves of Victims of 1988 Killings. Londra: Uluslararası Af Örgütü, 2018.

Vali, Abbas. “Reflections on Kurdish Society and Politics in Rojhelat: An Overview.” Kurdish Issues: Essays in Honor of Robert W. Olson içinde, der. Michael M. Gunter, 283 – 314. Costa Mesa, Kaliforniya: Mazda Publishers, 2016.